Berna, yoğun bir günün ardından kendini eve
zor atmıştı. Zihnindeki yorgunluk, bedenine de yansımıştı. Her bir oymasında
acı tatlı hatıralar barındıran yanı başındaki antika koltuğa oturdu. “Offf, ne
kadar yorulmuşum! Biraz dinlenince yorgunluğum geçer belki...” diye düşündü.
Günlerdir perişan haldeydi; gözlerinin altı çökmüş, yüzünde renk kalmamıştı. Oturarak bedenini dinlendirebilirdi. “Peki, ya zihnimin yorgunluğu… O nasıl geçer?” diyerek derin bir nefes aldı.
Son günlerde yaşadığı olaylar, gözünün önünden
film şeridi gibi geçiyordu. “İnsanların söyledikleriyle yaptıkları neden
birbirini tutmaz? Nasıl bu kadar duyarsız ve tutarsız hareket edebiliyorlar,
anlamıyorum...’’ derken zihninden geçen sorulara da aynı zamanda cevap
bulmaya çalışıyordu.
Berna, zor bir süreçten geçiyordu.
Yaşadıklarını düşündükçe kalbi yerinden çıkacak gibi oluyor, aldığı her nefes
boğazında adeta düğümleniyordu. Bu noktaya nasıl vardığını anlamaya
çalışıyordu?
Heyecan Dolu Yüksek Bir Başlangıç
Berna ile Emin, bir iş toplantısında tanışmışlardı. Başta iş arkadaşıyken zamanla samimiyetleri ilerlemişti. İlk zamanlar Emin Berna’ya, onu çok sevdiğini söylüyor, abartılı sözlerle süslenmiş mesaj yağmurlarına tutuyordu. “Sen hayatımın anlamı, yaşama sebebimsin’’le başlayıp “Sensiz bu hayat çekilmez olur’’la devam eden cümleler... Bunlar çoğu genç kız gibi Berna’nın da hoşuna gidiyordu.
Abartılı Sözlerle Karşılaşılan Davranışların
Uyumsuzluğu
Öte yandan, o mesajları gönderen Emin ile
buluştuğu Emin sanki iki farklı insan gibiydi. İnsan kıymet verdiğini merak
etmez mi? Yüzünü güldürmekten keyif almaz mı? Emin’in ise Berna’nın nelerden
hoşlandığına dair bir merakı yoktu. Buluşma zamanları, menü ve mekân seçimleri
Emin’in isteklerine göre ayarlanıyordu. Ayrılırken Berna’yı otobüs durağında
tek başına bıraktığında aklı kalmıyordu. Berna, bunların zamanla hallolacak
meseleler olduğunu düşünüyordu.
Berna, Emin’le olan ilişkisinde annesinin
fikrini de önemsiyor ama nasıl soracağını bilemiyordu. Bir gün annesiyle sohbet
ederken yaşadıklarını arkadaşı yaşıyormuş gibi anlattı ve fikrini sordu.
Annesi: “Kızım, dilin kemiği yok; herkes her şeyi söyleyebilir. İnsanların
söylediğinden çok, ne yapıp ettiğine bakmak gerekir. Burada önemli olan şey:
Samimiyet. Eğer bir insan davranışlarında samimi değilse o ilişki sağlam bir
ilişki olmaz. Arkadaşının çocukla ilgili duyguları çok yoğunsa
davranışlarındaki eksikleri, hataları, bencillikleri göremez. Gördüklerine de
bahaneler uydurur, sevdiği kişi adına savunmalar yapar. Ona yardımcı olmak
istiyorsan üstüne gitmeden, sevdiği kişi hakkında yargılarda bulunmadan
konuşmalısın. Ona sorguluyormuş gibi hissettirmeden bazı konularda sorular
yöneltebilirsin, böylece bazı konuları yeniden değerlendirmesini
sağlayabilirsin.” demişti.
Annesinin anlattıkları Berna’nın bir
kulağından girmiş, öteki kulağından çıkmıştı. “Bence Emin çok iyi ve
sıcakkanlı biri... Annem tanımış olsaydı, onun da fikri değişirdi...” diye
düşündü. Zaten Emin’le çoktan kararlarını vermişlerdi; pek yakında, ailelerin
tanışması için hazırlık yapacaklardı.
Her hafta olduğu gibi buluşma günleri gelmişti
ama Berna bu kez daha da heyecanlıydı. En güzel kıyafetlerini giymiş, özenerek
hazırlanmıştı. Gündemleri ailelerin tanışmasını planlamak, nişan günüyle ilgili
detayları konuşmaktı. Buluşacakları yere Emin’den önce varmıştı. Masaya geçip
beklemeye başladı.
Buluşma saatinden uzunca bir süre sonra, Emin
yüzü asık bir şekilde kapıdan girdi. Yüzünden düşen bin parçaydı; ağzını bıçak
açmıyordu. Bir şeylerin ters gittiği her halinden belliydi.
Berna, Emin’in bu halinin nedenini anlamaya
çalışsa da sorularına cevap alamadı. Ne olmuştu acaba? “İlişkimizle ilgili,
benim bilmediğim bir sorun mu var?” diye aklından geçirdi.
Emin, derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı. Evlilik için hazır olmadığını ne Berna’yla ne de başkasıyla evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Evliliğin sorumluluğunu alamayacağından bahsediyordu. Berna, konuşulanları algılamakta zorlanıyor, sadece kulaklarında bir uğultu duyuyordu. İçinden şunlar geçiyordu: “Hani beni çok seviyordu? Ayrılırsak yaşayamazdı?”
Şaşkınlık ve Hayal Kırıklığı
Emin, bir yandan da hala Berna’yı çok
sevdiğini söylüyordu. Berna duyduklarından hangisine inanacağını şaşırmıştı. Bu
kadar seven insan neden evlenmek istemezdi ki? Neyden bu kadar çok korkuyor
olabilirdi? Bu sorular bakışlarına yansımış olacak ki Emin, sözlerine devam
etti: “Evlilik, büyük bir karar... Ya bir şeyler ters giderse ve ikimiz de
mutsuz bir ömre mahkûm olursak?”
“Ne saçmalıyorsun?!” demek geldi Berna’nın içinden... Bu şimdi mi aklına gelmişti?
“Belki de ben görmem gerekenleri göremeyip
yanıldım. Duyduklarım o kadar iyi hissettirdi ki gerçek mi hayal mi düşünmedim
bile... Gerçek olmasını istedim. Biri için vazgeçilmez olmak istedim.
Filmlerdeki gibi ayaklarım yerden kesilsin istedim...” Kendisini tek
kişilik bir tiyatro oyunun tam ortasındaymış gibi hissediyordu.
Kafasının içinde yankılanan seslerden sıyrılıp
masadan hışımla kalktı. Zaten konuşacak ne kalmıştı ki? Hayalini kurduğu o
evlilik olmayacaktı, en azından Emin’le…
“Annem ne kadar da haklıymış; samimiyet denen şey ne kadar da kıymetliymiş. Seviyorum dediği insandan aynı zamanda da ayrılmak istiyor. Gönlüm sevdiğine inanmak isterken, aklım yaptıklarına şaşıyor. Ne yapacağım ben şimdi?”
Sahi samimiyet neydi? Annesinin üstüne basa basa söylediği, onunsa hiç ilgisini çekmeyen bu kavram ne anlama geliyordu?
Samimiyet, insanın söyledikleriyle
yaptıklarının tutarlı olmasıdır.
İnsan, güven için tutarlılığa bakar. Güzel
sözler sarf etmek, vaatlerde bulunmak kolaydır; bunu herkes yapabilir. Asıl
kıymetli olan insanın söylediklerini davranışa geçirmesi, böylece sınırlı
kaynaklarından karşısındakine bir pay vermesidir.
Berna’nın aklına uzun bir zaman önce bir âlimden duyduğu şu sözler geldi “Sözler delil ve ispat değildir. Yapıp ettikleriniz delil ve ispattır. Söylenenlere bakarsanız aldanırsınız.” demişti. Ne kadar da doğru derken yüzünde acı bir tebessüm belirdi.
Canı yanıyor, yeşerttiği ümitlerin solması onu
üzüyordu. Bir yandan da kendine sitem ediyordu. Ayakları o kadar yerden
kesilmişti ki... Yanı başındaki arkadaşı yapsa onu uyaracağı oyuna kendisi
düşmüştü. Annesi ona açık açık söylediği halde onun yanıldığını düşünmüştü.
Halbuki esas yanılan kendisi olmuştu.
“Keşke ilk söylenilenler, ilk söylendiğinde anlaşılabilir olsaydı…” diye düşündü.
Yaşadıklarından ders çıkarmıştı. Biraz
maliyetli bir ders... Bundan sonra atacağı adımlarda daha dikkatli olacağına
dair kendine söz verdi.
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
***
Bunun cevabını, o 'bir' kişiye sorun!"
Yahya Hamurcu
Yorumlar
Yorum Gönder