Zeytin yeşili gözlerinde birikmiş yaşla masum masum bakıyordu kameraya. Ne istiyorsun diye sordu videoyu çeken kişi. İncecik, zor duyulur bir sesle, "yemek" diye yutkunarak karşılık verdi küçük kız.
Sonra tekrar toparladım kendimi. Gözyaşlarım sel gibi boşandı birden. Hıçkıra hıçkıra ağlarken düşündüm. Tırnağına zarar gelse yeri göğü inletirim dediğim kendi küçük yavrumu düşündüm... Bir lokma daha yesin diye peşinden koşturduğum zamanları düşündüm. Yemek yediremiyorum, aç uyuyor bu çocuk diye feryat ettiğim anları... Her damla gözyaşım, aslında kendi benliğimin içine dökülen birer asit damlasıydı.
Utandım birden kendimden, içimi bir volkan gibi kaynatan büyük bir öfke kapladı. Kendi yavrumun karnını doyurup sıcak yatağına yatırdığımda büyük bir huzur kaplıyordu içimi, sanki dağları yerinden oynatmış gibi bir başarı hissi oluyordu.
Neydi Beni Bu Kadar Bencil Yapan?
Büyükşehirde herkesin ihtiyaçlarına kolaylıkla ulaştığı bir ortamda büyümüştüm. Bolluk içinde yüzmüştüm resmen, evin ilk çocuğu hatta ailenin ilk torunuydum. Hem annemin ailesi hem de babamın ailesi beni mutlu etmek için yarış halindeydiler, sanki beni altın tepside taşımak için sözleşmişlerdi. Bir dediğimi iki etmemek onların yazılmamış yasasıydı. Doğum günlerimde hediye paketlerini açmaktan ellerim ağrırdı, yorulurdum. Daha bir ay öncesinden isteklerimi sıralardım. Annemle babam ara ara bana şöyle sorardı;
— Bir kardeşin olsun ister misin?
Cevabım her seferinde keskin bir bıçak gibi aynı olurdu:
— Hayır istemiyorum. O zaman beni sevmezsiniz!
Eve bir misafir çocuk geldiğinde sadece benim verdiğim oyuncaklarla, benim koyduğum kurallarla oynayabilirdi. Eğer canımı sıkarsa çekip alırdım elinden oyuncakları, bir tiran gibi. "Hadi birlikte oynayın." dediklerinde cevabım kaya gibi sert ve netti.
— Hayır! Onlar benim oyuncağım. Onunla paylaşmayı canım istemiyor!
Büyüdükçe pek de bir şey değişmemişti. Belki sadece bencilliğim daha sofistike hale gelmişti. Son model telefonlar, modayı an be an takip edip aldığım kıyafetlerle tıka basa dolu gardırop, her sene yaz kış tatilleri, üniversiteye başlarken söz verilen araba... İstediklerim bir yana, istemeden bile sahip olduklarım vardı. Hayatım bir vitrin gibiydi; dışarıdan bakıldığında parlak, içeriden bakıldığında boş.
Başım sıkıştığında gidilecekler listesini taradım zihnimde. Dedelerim, anneannem, babaannem, teyzem, dayım, amcam, annem, babam... Koskocaman bir güvenlik ağı örmüşlerdi etrafıma. Ama büyük bir eksiklik vardı fark etmediğim. Asıl güveni, asıl dayanağı hiç aramamıştım.
Neydi Onu Bu Kadar Emin Kılan?
Çok da uzak olmayan bir memlekette, insanlar bir lokma yemek bulabilmek için kilometrelerce yol yürüyordu. Ayaklarının altındaki toprak enkaz, gökyüzü duman ve toz bulutlarıyla kaplıyken yürüyorlardı. Yemek bulamayan babalar, yemek bulamamanın ağırlığını omuzlarına yükleyip dönmek zorunda kalıyorlardı ailelerinin yanına. Bir baba çocuğuna nasıl "Yemek bulamadım..." diyebilirdi? Nasıl dayanırdı yüreği buna? Her harf, ağızlarından çıkarken nasıl keskin cam parçalarına dönüşmüyordu?
Ama bu kadar zorluğa rağmen, videodaki küçük çocuğun zeytin yeşili gözlerinde ne bir öfkenin kıvılcımı ne de umutsuzluğun gölgesi vardı. Doya doya yemek yiyeceği günler gelecek, kemiklerine kadar biliyordu bunu. Gözlerinde bir denizin sakinliği vardı.
Sadece RAB'binden isteyenler hüzün duyarlar, öfke hissetmezlerdi. Küçücük yaşına rağmen RAB'bine inancı kaya gibi sağlamdı. O'nun yardım için birini göndereceğini, bir yolunu bulacağını biliyordu. Zaten bu dünya değildi ki asıl istediği! RAB'binden çok daha fazlasını diliyordu o, en güzel cennetlerini... Ve asla umutsuzluğa teslim olmuyordu. Çünkü RAB'bini en derin kökleriyle tanıyordu, O'na bağlıydı.
İşte o an anladım. Ben hayatım boyunca insanlara tutunmuştum, o ise RAB'bine tutunuyordu. Ben geçici ellere sarılmıştım, o ise ebedi bir güce dayanıyordu.
Bütün bunları düşündükten sonra daha fazla dayanamadım boğazımdaki yumruyla ve gözümdeki yaşlarla. Ayağa fırladım. Ne yapacağımı bilemez halde bir ileri, bir geri gidip gelmeye başladım, sanki bedenim bir karar bekleyen bir ok gibiydi. Elim kolum bağlı duramazdım artık, bir şeyler yapmak zorundaydım. Birden kendimi mutfağa attım ve dolaptan yemeklik ne varsa döktüm masanın üstüne.
Ne zaman canım sıkılsa ne zaman aşırı mutlu olsam, yani her fırsat bulduğumda yaptığım gibi yemek yapmaya başladım. Ama bu sefer ellerim farklı çalışıyordu. Bu sefer her doğradığım sebze, her karıştırdığım tencere bir dua gibiydi. Yemeklerimi Gazze'li kardeşlerimiz için düzenlenen kermes için pişirecektim. Onların bir lokma daha fazla yemek bulabilmeleri için. Her harekette o küçük kızın yüzünü görüyordum.
Ben Gazze'li küçük bir kızın gözlerinde gördüm kendimi, insanlığımı, sevgimi. Ve o anda unuttum öfkemi, kinimi, nefretimi. Onların yerine kalbime başka bir şey doldu: sorumluluk, şefkat ve gerçek bir bağ.
"Her şeye rağmen" in somut ispatıydı Gazze... Yıkılmış binalar arasında filizlenen umudun, bombaların sesinde yükselen duaların, açlığa rağmen paylaşmayı unutmayanların topladığı yer.
Dua ediyorum RAB'bime bu zulmü bir an önce bitirmesi için. Bombaların yerine kuş sesleri yükselsin diye, enkazın yerine evler inşa edilsin diye... İşte o zaman Gazze'li kardeşlerimize kendi ellerimle pişireceğim en güzel yemekleri.
O küçük çocuktan çok büyük bir ders öğrenmiştim o gün. Bir ders değil aslında, bir uyanış yaşamıştım. Bencillik denen zırh paramparça olmuş, gerçek bir kalp atmaya başlamıştı.
"Yardımına sığınılacak olan ancak O'dur."
Artık çok net biliyordum. Ve bu bilgi, tüm hayatımı değiştirmişti.
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
***
Bunun cevabını, o 'bir' kişiye sorun!"
Yahya Hamurcu

Umutsuzluğun içinde umut olmak…
YanıtlaSilÇok şey öğretti Gazze insana... En çok da "neden RAB be güvenmeliyiz" sorunun cevabını... Çünkü herşeyin elinden alındıktan sonra bir sen varsın bir de RAB bin... Gazze bir okuldu tüm dünya insanları da öğrenciler... kimi kaldı hayatta, kimi de sınavı geçti...
YanıtlaSilGüvenilecek ne varsa her şeyin bir bir yıkıldığı gerçek teslim olunacak adresin öğrenildiği bir ders oldu GAZZE... Ve en önemli sorunun cevabını yeniden öğretti insanlığa! RABBin kim?
YanıtlaSilŞu geçen iki yılı düşününce ne çok şey öğretti bize zeytin yeşili gözlü çocuklar...
YanıtlaSilİnsanlığımı hatırlattınız teşekkür ederim. Videoda geçtiği gibi, bir bilsek hayatımıza ve başka hayatlara yeter olduğumuzu, bil bilebilsek🌷
YanıtlaSilİnsan olabilmek, insan kalabilmek…
YanıtlaSilVideoda geçtiği gibi kendimize ve etrafımıza yetebilecek seviyedeyiz aslında ah bir bilebilsek…
Onları düşündükçe içim acıyor.
YanıtlaSilRabbimiz desteklesin kardeşlerimizi…
Ah gazzem
YanıtlaSilNe garip hayatın hızına dalıp hayatı vereni unutmak. Hatırlatıcı ilham verici olmuş.
YanıtlaSil