İçerik Uyarısı: Bu yazı savaş travması ve şiddet içeren hassas konulara değinmektedir.
"Acaba işe geri mi gitsem?" diye geçirdim içimden. Çünkü iş yerindeki yorgunluk en azından bir mesai saatine sığıyordu; buradaki ise sabahtan geceye, haftadan haftaya uzanan sonsuz bir maratona benziyordu.
Mutfağın önünden geçerken, duvardaki saate gözüm takıldı. Çocukların eve gelmesine ve o tanıdık "açız!" çığlıklarını dinlememe tam bir saat vardı. Bir asker savaşa hazırlanır gibi, derin bir nefes aldım. Elimi yüzümü yıkadım, önlüğümü taktım. Artık günün ikinci vardiyasına, yemek yapma maratonuna hazırdım.
Eller akar suda yıkanırken, zihin başka sularda yüzerdi. Bir yandan doğruyor, bir yandan karıştırıyor, bir yandan da dilime takılan şarkıyı mırıldanıyordum. Zaman bir nehir gibi aktı- fark etmeden, durmadan. İçeriden gelen çığlıklar, çocukların eve geldiğini müjdeledi. Neyse ki benim de yemeklerim hazırdı.
Bir anda üç çocuk etrafımdaydı. Üçü de aynı anda konuşuyordu- sanki evde bir kuş sürüsü varmış gibi, her biri kendi melodisini çalıyordu. Sabırla, kısa cevaplarla sorularını yanıtladım ve yemek masasına oturttum. Onlar yemek yerken ben de kendi iç sesimle baş başa kalmıştım.
"Son zamanlarda nasıl bir hayat geçiriyorum?" diye sordum kendime. "Acaba eve bir yardımcı mı alsam? Çocukların seslerini duymamayı nasıl başarabilirim? Ya da duyduklarımı nasıl unutabilirim?"
İşte tam da oradaydım- duyduklarımı duymamak, yaptıklarımı yapmamak istiyordum. Kendi hayatımdan kaçmaya çalışan biri gibiydim, sanki hayat bir yük, ben de altında ezilen biri.
Peki gerçekte bu hayattan ne istiyorum? Bu soruyu kendime tekrar tekrar sorarken, bir kaçış yolu olarak telefonuma uzandım. Sosyal medya, modern zamanın afyonuydu- acıyı uyuşturan ama iyileştirmeyen bir iksir. Parmağım ekranda gezinirken dikkatimi bir video çekti.
Ve o an, hayatım ikiye bölündü: video öncesi ve video sonrası.
Ekranda Filistinli, Gazzeli bir kadın vardı. Gözyaşları, yanaklarından sessiz birer nehir gibi akıyordu. Konuşurken sesi titriyordu- bir yaprak gibi, rüzgârda salınan son bir yaprak gibi. Gazzeli bir kadının tek isteğini anlatıyordu...
İzledim. Yutkundum. Tekrar izledim. Ağladım. Tekrar izledim.
Kadın, eşinin gözlerinin önünde uğradığı vahşeti anlatıyordu. Kelimeler bile bu acıyı taşımakta yetersiz kalıyordu. Ve videoyu tek bir cümleyle bitirdi- bir dua, bir yakarış, bir son çare:
"ALLAH'IM, BANA O ANI UNUTTUR."
Zaman durdu. Etraf sessizleşti. Çocukların sesleri, bulaşıkların sesi, dünyanın gürültüsü- hepsi birden silinip gitti. Sürekli zihnimde aynı cümle yankılanıyordu, bir çan gibi: "Allah'ım, bana o anı unuttur."
Nefesim kesildi.
Tüm isteklerim, dertlerim, şikayetlerim- hepsi bir anda buharlaştı, yok oldu. Elimde tuttuğumu sandığım büyük problemler, bir sabun köpüğü gibi patladı. Hissettiğim utanç, kelimelerle tarif edilemezdi. Sanki vicdanım bana ayna tutmuştu ve o aynada gördüğüm manzara çok çirkindi.
"Nasıl yapabiliyorsun?" diyordu vicdanım. Ve bu soru bir fısıltı değildi- bir çığlıktı, bir haykırıştı. Sanki bana bağırıyordu, sarıyordu, sarsıyordu. Ben utandıkça kendimden, vicdanımın sesi de yükseldi.
O kadın bir anı unutmak istiyordu. Ben ise hangi anılarıma şükretmem gerektiğini unutmuştum.
O kadın yaşadığı cehennemi silmek istiyordu. Ben ise cennetteyken cehennemdeymiş gibi şikâyet ediyordum.
Ne kadar vicdanımı dinledim ne kadar gözyaşlarımla baş başa kaldım bilmiyorum. Zaman, o anlarda ölçülemez olmuştu. Sonra dilimde bir tövbe ve dua belirdi: "Allah'ım, beni affet, cahilliğimi gidermeme yardım et, bencilliğimden sana sığınırım..."
Her saniyesi kalbimi sıkan, acıtan ve utancımı artıran bir zaman geçirdim. En çok da şundan korkuyordum: Tekrar eski halime dönmekten. Çünkü insan unutkan bir varlık- bugün gördüğü, yarın silikleşir; bugün hissettiği, yarın kaybolur.
Çocuklar yemekten sonra uyku moduna geçmişlerdi. Onları rahatsız etmemek için odama geçerken durdum. "Neden?" dedim kendi kendime. "Neden sessizce geçeyim? Hayat onları da bekliyor."
Onlar bu kadar bilmeseler de dünya pamuklara sarılı bir yer değildi. Basit şeyler için nankörlük yapmamayı, sahip olduklarının kıymetini bilmeyi öğrenmeliydiler. Ben de tabii ki.
Dünyadaki acılara, insanların gerçek yaşantılarına göz yummamak gerekirdi. Bugün hiç derdi yokken kendine iş çıkaran bir çocuk, yarın gerçek bir dertle karşılaştığında ne yapacaktı? Öyle ya, bugün dert edinmeyi öğrenmese, yarın nasıl dert edecekti?
Düşündüm sonra... İnsanın büyük şeyleri dert etmemesinin sonucuydu, evdeki iki kırıntıyı, kirli çamaşırları dağ gibi görmek. Algılama bozukluğu- işte adı buydu. Bir kurbağa gibi kuyunun dibinden bakmak ve gökyüzünü sadece bir daire sanmak.
Şimdi yarın bambaşka bir ben olmalıydım. Azı küçümsemeden, çoğu büyütmeden, gerçeği olduğu gibi görerek yaşamalıydım. Hem kendimi hem de çocuklarımı bu konuda yetiştirmeliydim.
Peki, yarın çocuklarımın sesi, evimin bu hali yine gözüme batacak mı? Muhtemelen bir süre batmayacak. Bir süre "İyi ki bir yuvam var, iyi ki çocuklarım ve onların neşeli sesleri var, iyi ki dağılan bir mutfağım var" diyeceğim.
Peki ya sonra? İnsan unutabilen bir canlıdır ne yazık ki. Sürekli diri kalmak, aslında bize verilenlerin her an elimizden alınabileceğini bilerek yaşamak gerekir. Bir sabah uyanıp da bunların olmadığını hayal edebilmek- işte o zaman kıymetini anlayabiliriz.
Ancak o şekilde "İyi ki..." lerimiz artarak devam eder. Ve insan bu olgunluğa nasıl varıyor biliyor musunuz? Başkalarının derdini dert edinerek, başkalarının acılarını düşünerek. Çok ilginç değil mi?
Kafamızı kaldırıp etrafımıza baktığımızda, kulak verdiğimizde, dünyada neler oluyor görmeye çalıştığımızda- kendi problemlerimiz ne kadar da küçük kalıyor. Bir damla, okyanusun yanında nasıl görünüyorsa öyle.
Gazzeli kadın bana o gün çok şey öğretti. Unutmak istediği bir an vardı onun. Bende ise hatırlamak istediğim bir ders oluştu.
Ve ben şimdi biliyorum ki: Bazı şeyler unutulmak için, bazı şeyler ise asla unutulmamak için yaşanır. O kadının acısı unutulmalı, ama bize öğrettikleri asla.
Gazzeli kadınlar, dünya insanlarına neler öğrettiniz bir bilseniz...
***
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, geleceğimizi tasarlamaya yönelik stratejiler üreten bir bilgi topluluğudur.
İnsanın daha mutlu, daha başarılı, daha iyi ilişkilerinin olması için yöntemler sunar.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
***
Bunun cevabını, o 'bir' kişiye sorun!"
Yahya Hamurcu

Yorumlar
Yorum Gönder